Sosyal Medya

Makale

İki Kasım’ın hikâyesi

1 Kasım 2015 seçimleri üzerinden geçen bir yılın muhasebesini yapmak neredeyse on yıllık bir dönemi değerlendirmek kadar yoğun bir uğraş gerektiriyor.

Bunun temel sebebi, Türkiye siyasetinin tarihsel, demografik ve coÄŸrafi dinamizmi. Cumhuriyet’in 93 yıllık sorunlarının Arap isyanları sonrasında yaÅŸanan fırtına ile birleÅŸmesi makro bir düzlem yarattı.

Ve bu makro düzlemin sorunları, 1 Kasım’ın getirdiÄŸi siyasal istikrara raÄŸmen, geçtiÄŸimiz bir yılda PKK, DeaÅŸ, FETÖ, darbe giriÅŸimi, olaÄŸanüstü hâl, Fırat Kalkanı ve hükümet sistemi deÄŸiÅŸimi arayışı olarak birçok farklı yansıma ile vücut buldu.

İki Kasım arasına sığan olaylar, iç siyasetin fay hatlarının değişiminden dış politikanın çoklu dinamik düzlemine uzanıyor.

Yıllık muhasebeyi, siyasi partilerin krizleri, çifte terörle mücadele, dış politikada revizyon ve yeni güvenlik anlayışı, 15 Temmuz’dan FETÖ’nün tasfiyesine ve sistem arayışına baÅŸlıkları ile ele aldım.

Siyasal partilerin hali pür melali

AK Parti’nin hayatında Kasım ayının özel bir yeri olduÄŸu söylenebilir. Ä°ktidara ilk geliÅŸi 2002 Kasım seçimleri ile olmuÅŸtu.

Beş aylık bir geçiş döneminden sonra 1 Kasım 2015 seçimlerinde yeniden tek başına hükmetme fırsatı buldu.

Aslında Türkiye siyasetinde bir sürpriz gerçekleşti ve tekrar seçimlerde AK Parti oyunu 9,5 puan yükselterek Meclis çoğunluğunu 317 milletvekili ile sağladı.

Bu yeni fırsatın ele geçmesinde 7 Haziran seçimleri sonrasında muhalefet partilerinin “iktidar alternatifi” olamadıklarını göstermeleri belirleyici rol oynadı.

Kuşkusuz geçtiğimiz bir yılda siyasi hayatımızın en önemli olgusu FETÖ ile mücadeleydi.

MHP “kilit parti” olduÄŸu halde, "hayırcı" tavrı yüzünden cezalandırıldı ve aylarca sürecek bir iç muhalefet ve kongre tartışmasına boÄŸuldu.

Bahçeli’ye karşı bayrak açan dört adayın mücadelesi Nisan ayında yoÄŸunlaşırken, bu iç çekiÅŸmenin partiyi bölmemesi ancak 15 Temmuz darbe teÅŸebbüsünün getirdiÄŸi yeni siyasi ortamda engellenebildi.

“TürkiyelileÅŸme” iddiasındaki HDP, PKK terörü ile arasına mesafe koyamadığı için marjinalleÅŸme yoluna girdi.

PKK’nın “ÅŸehir savaÅŸları” stratejisinin çökmesine paralel olarak büyüyen bu marjinalleÅŸme, milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılması ve belediyelere kayyum atanması ile daha da derinleÅŸti.

CHP ise, ne AK Parti karşıtı blok siyasetinden koalisyon çıkarabildi ne de AK Parti'yi ortaklığa ikna edebildi.

Yeni önerilerle gelemeyen CHP terör, dış politika ve başkanlık tartışması üzerinden etkili olmayan bir muhalefet sergiledi.

Dokunulmazlıkların kaldırılması ve 15 Temmuz darbe girişimi gibi kritik dönemlerde iktidar partisinin hegemonyasını kabullenmek zorunda kaldı.

AK Parti ise, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu arasındaki yetki paylaşımı gerginliği sebebiyle genel başkan-başbakan değişikliği yaşadı.

22 Mayıs’taki 2. OlaÄŸanüstü Kongre ile DavutoÄŸlu yerini Binali Yıldırım’a bıraktı.

Dört bakanın Yüce Divan’a gönderilmesinden, BeÅŸtepe’deki kabine toplantısı ve parti-bürokrasi üst düzey atamalarına kadar birçok alanda kendini gösteren gerginliÄŸin yapısal sebebi, halkın doÄŸrudan seçtiÄŸi cumhurbaÅŸkanının sistemdeki yerinin yeniden yapılandırılmamış olmasıydı.

Sistem sorununa nihai çözümün adresi olarak, “Türkiye tipi baÅŸkanlık” sistemine geçiÅŸ gündeme geldi.

15 Temmuz’dan sonra hız kesen bu tartışma, Bahçeli’nin Ekim ayında AK Parti’ye “önerinizi getirin” çaÄŸrısı ve “referanduma gitme” söylemi ile yeni bir canlılığa kavuÅŸtu.

Kuşkusuz, geçtiğimiz bir yılda siyasi hayatımızın en önemli olgusu FETÖ ile mücadeleydi.

17-25 Aralık’tan sonra devlet katında “güvenlik tehdidi” olarak kodlanan FETÖ’yü devletin kritik kurumlarından tasfiye süreci 15 Temmuz sonrasında “olaÄŸanüstü” bir ivme kazandı.

Darbe girişiminin yarattığı türbülans siyasetin kodlarını da yeniden harmanladı.

Dolayısıyla, geriye doğru panoramik bir bakış bile bize şu tespiti yaptırmakta: 1 Kasım Seçimleri tek başına iktidar çıkardıysa da siyasetin suları durulmadı.

İç ve dış siyasetin gündemindeki bir dizi sorun sebebiyle çok uzun bir yıl yaşadık.

Ä°ki terör örgütünün saldırıları (PKK’nın hendek savaÅŸları ve DeaÅŸ’ın canlı bombaları), Suriye’nin kuzeyinde YPG koridoru oluÅŸması, Rus uçağının düşürülmesinin yarattığı gerilim ve 15 Temmuz gecesindeki FETÖ merkezli darbe giriÅŸimi yaÅŸanan krizlerin en belirgin olanlarıydı.

Çifte terörle mücadele

Büyük ve bölgesel güçlerin vekâlet savaşına dönen Suriye krizi Türkiye siyasetini en fazla etkileyen olgudur.

Komşudaki kaostan beslenen PKK ve Deaş saldırıları geçtiğimiz bir yılda milli güvenliği korumak için yoğun bir terörle mücadele gündemini mecbur kıldı.

Sivilleri öldürmek için adeta birbiriyle yarışan bu iki örgüt Suriye’deki savaÅŸlarını ülke içine taşıdılar.

Sivilleri öldürmek için adeta birbiriyle yarışan PKK ve DeaÅŸ Suriye’deki savaÅŸlarını ülke içine taşıdılar.

Ä°deolojik karşıtlıkları ve eylem reaksiyonları ile birbirini besleyen iki terör örgütünün gerçekleÅŸtirdiÄŸi çok sayıda katliam Ä°stanbul ve Ankara meydanlarından, Gaziantep’teki düğüne kadar uzandı.   

Kuzey Suriye’deki kantonlarını GüneydoÄŸu’nun ilçeleri ile birleÅŸtirme hevesindeki PKK, Temmuz’da yeniden baÅŸlattığı terörü ÅŸehirlere, metropollere taşıdı. Kürt nüfusunun yoÄŸun olduÄŸu ilçelerde hendekler kazarak bölge kontrolü saÄŸlamaya çalışırken, Ankara dahil metropollerde bombalı saldırılar gerçekleÅŸtirdi.

Güneydoğu'nun şehir merkezlerinde silahlı "özyönetim" kurma amacıyla PKK, Kandil'in profesyonel "militanlarını" ve şehirlerin "fırtına" gençliğini seferber ederek gündelik hayatı tarumar etti.

ABD, Rusya, Ä°ran ve Esed rejiminden gördüğü destekle Pan-Kürdist hırsını gerçekleÅŸtirme sevdasına düşen PKK, HDP’yi de tümüyle marjinalleÅŸtirdi.

PKK-HDP çizgisi terörün sebep olduğu yıkım sebebiyle, 2013 Nevruzu ile 2015 Temmuzu arasındaki dönemde elde ettiği Kürt taban desteğini de kaybetti.

Åžiddeti siyasete tercih eden Kürt milliyetçileri, “kaderlerini Türkiye ile görmedikleri” ve “dış güçlerin taÅŸeronu oldukları” eleÅŸtirilerini daha sık duyar hale geldiler.

HDP'li vekillerin, "faşizmin hendeklere gömülmesi" teması etrafında Cizre, Silopi, Sur, Şırnak ve İdil'deki PKK "şehir terörüne" açık destek vermesi, dokunulmazlıklarının kaldırılması ile marjinalleşme süreçlerini derinleştirdi.

DemirtaÅŸ’ın Meclis'teki diÄŸer üç partinin dokunulmazlıkları kaldırma kararında buluÅŸmasını "Kürt karşıtlığı üzerinde birleÅŸme" olarak yorumlaması marjinalleÅŸmenin boyutunu göstermekteydi.

Böylece iç siyasetin yeni fay hattı, terörle mücadele etme-destek verme ikilemi üzerine kuruldu.

Bu hat, AK Parti ve MHP’yi yakınlaÅŸtırırken CHP’nin manevra alanını daralttı.

Aylar süren terörle mücadele sonucu, GüneydoÄŸu’nun ilçelerinde PKK’nın hendek stratejisi yenilgiye uÄŸratıldı.

Ayrıca, Çözüm sürecinde PKK’nın belediyelerin imkanlarını da kullanarak kurduÄŸu paralel yapı devletin kararlı mücadelesi ile sökülüp atıldı.

İçerdeki çöküşe raÄŸmen PKK, YPG koluyla kuzey Suriye’deki geniÅŸlemesini devam ettirdi. ABD’nin “yerel partneri” haline gelen YPG’nin kesintisiz bir koridor kurması ancak Fırat Kalkanı operasyonu ile durdurulabildi.

TSK destekli ÖSO tarafından Azez-Cerablus hattının DeaÅŸ’tan temizlenmesi ile Türkiye hem DeaÅŸ hem de YPG ile sahada etkin mücadele imkanı buldu.

Türkiye’nin Suriye’de sert güç kullanmasının ve hatta son günlerdeki Musul operasyonunda olma kararlılığının arkasında dış politikadaki yeni yönelimi ve yeni güvenlik anlayışı yatmaktadır.

Dış politikada “revizyon” ve yeni güvenlik anlayışı

Bir yıllık dış politika gündeminin en zorlu sınavı 24 Kasım’da düşürülen uçak sonrası Rusya ile bozulan iliÅŸkileri toparlamak oldu.

Rusya, ABD’nin Suriye krizinde bıraktığı boÅŸluÄŸu Esed rejimine fiili desteÄŸini 30 Eylül 2015’ten itibaren daha da görünür kılarak doldurdu.

Bu yeni durumun en kötü yanı ABD-Türkiye ortak operasyonu ile Cerablus- Azez bölgesinin DeaÅŸ’tan temizlenmesi projesinin suya düşmesi oldu.

Rusya, Suriye krizinde ön alarak vekâlet savaşlarının yerine, tarafların doğrudan kendilerinin sahaya indiği bir evreyi başlattı.

Türkmen Dağı'nın bombalanmasının ve Türk hava sahasının ihlâl edilmesinin yarattığı gerginlikte gerçekleÅŸen uçak krizi, Türkiye’nin YPG-PYD’nin Kuzey Suriye’de ABD desteÄŸiyle geniÅŸlemesini engelleyememesi gibi bir sıkıntı üretti. 8 aylık kriz dönemindeki karşılıklı suçlamalar ve Rusya’nın bazı sektörlerdeki ekonomik ambargoları Türkiye’nin saÄŸduyulu ve kararlı “normalleÅŸme” arayışı ile aşılabildi. 

CumhurbaÅŸkanı ErdoÄŸan’ın Rus Devlet BaÅŸkanı Putin’e yazdığı üzüntü ifade eden mektupla 27 Haziran’da Türkiye-Rusya arasında enerji (Türk akımı), terörle mücadelede istihbarat paylaşımı ve Suriye sahasındaki müzakereler baÅŸta olmak üzere birçok alanda iÅŸbirliÄŸinin kapıları yeniden aralandı.

İsrail ile normalleşme de Rusya ile yakınlaşma dönemine (24 Haziran) denk geldi.

2009 “one minute” krizi ile bozulan iliÅŸkiler, 31 Mayıs 2010'da Mavi Marmara gemisine uluslararası sularda yapılan Ä°srail saldırısı ile kopmuÅŸtu.

NormalleÅŸme için Türkiye’nin üç ÅŸartı vardı: Özür, tazminat ve Gazze ablukasının kaldırılması.

Dış politikadaki normalleşme arayışının 'pasif aktörlüğe geçiş' ya da muhalefetin önerdiği 'Kemalist ayarlara dönüş' olmadığı Fırat Kalkanı ile anlaşıldı.

İsrail Başbakanı Netanyahu'nun Mart 2013'te özrüyle ilk şart karşılanmıştı.

Geriye kalan iki şarttan tazminat (20 milyon dolar) karşılanırken ambargoda bir orta yol bulundu. Gazze'ye yönelik ambargo Türkiye üzerinden önemli ölçüde hafifletildi. Deniz ablukası da Aşdot Limanı kullanımıyla esnetildi.

Rusya ve Ä°srail ile normalleÅŸme, Yıldırım Hükümeti’nin “dostları artırma, düşmanları azaltma” söylemi ile birleÅŸtiÄŸinde dış politikada "revizyon" tartışmasını baÅŸlattı. Aslında,  Türkiye bölgesel denklemlerin geldiÄŸi yeni duruma ve diÄŸer aktörlerin deÄŸiÅŸen stratejik deÄŸerlendirmelerine cevap teÅŸkil edecek ÅŸekilde bir adaptasyona yöneldi.

Suriye krizi bu deÄŸiÅŸen denkleminin merkezindeydi. DeaÅŸ ve YPG’nin geleceÄŸi Suriye’yi, Suriye’nin geleceÄŸi de Yeni OrtadoÄŸu’yu ÅŸekillendirecekti.

Dış politikadaki normalleÅŸme arayışının, “pasif aktörlüğe geçiÅŸ” ya da muhalefetin önerdiÄŸi “Kemalist ayarlara dönüş” olmadığı Fırat Kalkanı ile anlaşıldı.

Ankara, birden fazla hedefi gerçekleştiren oyun değiştirici bir adım atarak Azez- Cerablus hattında güvenli bölge oluşturmaya girişti.

DeaÅŸ’ın Gaziantep saldırısı ve YPG’nin Munbiç'den sonra Cerablus'u yeni hedef olarak belirlemesi mücbir sebeplerdi; ancak 15 Temmuz sonrasındaki iç destek bu operasyonu mümkün kıldı.

FETÖ'den temizlenen ordunun daha etkin bir kurum haline gelmesi, bu operasyon kararının alınmasını kolaylaştırdı.

Hedef; sınır güvenliğini sağlamak, yeni mülteci akışını engellemek için muhaliflere destek vererek 5 bin kilometrekarelik alanda güvenli bölge oluşturmak ve PYD koridorunun tamamlanmasının önüne geçmek. Böylece, Türkiye tehditleri sınırlarının ötesinde karşılayacak ve gerektiğinde tek taraflı sert güç kullanabileceği pro-aktif bir güvenlik anlayışına yöneldi.

Geçtiğimiz bir yılda Başika Kampı üzerinde Irak Hükümeti ile yaşanan iki gerilim de Musul operasyonunda yer alma kararlılığı da bu yeni anlayışla irtibatlı.

PKK’nın Sincar’da “ikinci Kandil” oluÅŸturması ya da Barzani’yi devirmesi, HaÅŸdi Åžaabi ve Irak ordusunun Sünnilere demografik temizlik yapması kırmızı çizgiler olarak belirlendi.

Terörle "savunma" temelinde değil "önleyici ve ön alıcı tedbirlerle" mücadeleyi öngören yeni güvenlik anlayışının çerçevesinde şu teknik hususlar da bulunmakta:

TSK'nın sınır ötesinde daha fazla askeri operasyon yapabileceÄŸi bir yapılandırmadan geçmesi, yurtdışında yeni askeri üslerin açılması, Suriye ve Irak’ta eÄŸit-donat programlarının yürütülmesi, MÄ°T'in dış istihbarat birimi olarak ÅŸekillendirilmesi ve çok boyutlu iÅŸbirlikleriyle büyütülen yerli savunma sanayi.

Büyük resme bakıldığında ise, Türkiye Suriye ve Irak’ta DeaÅŸ sonrası yeni yapının belirlenmesinde hem sahada hem masada aktif olma arzusunda.

DoÄŸrusu, böylesi bir aktifliÄŸin temelinde ABD ile iliÅŸkilerdeki “müttefiklik” boyutunun krizi de yatmakta. Obama yönetiminin Arap isyanlarını karşılamadaki baÅŸarısız politikası sadece bölgede ulus-devletlerin çöküşü, terör örgütlerinin alan bulması ve mezhep çatışmasının yaygınlaÅŸması ile sonuçlanmadı. Türkiye baÅŸta olma üzere ABD’nin klasik müttefiklerinin hayal kırıklığı ve kendi baÅŸlarının çaresine bakma arayışını da beraberinde getirdi.

Obama yönetiminin PKK’nın kolu YPG’yi terör örgütü deÄŸil de yerel partner olarak görmesi ve Gülen’i iade konusunda ayak diremesi, Türkiye-ABD iliÅŸkilerini zehirleyen konular olmaya devam ediyor.

15 Temmuz, FETÖ’nün tasfiyesi ve yeni arayışlar

Kanaatimce, 15 Temmuz Cuma gecesi gerçekleÅŸen darbe teÅŸebbüsünün Türk milletinin cesareti ve ErdoÄŸan’ın liderliÄŸi ile bastırılmış olması, Türkiye siyasetinin en büyük dönüşüm noktasını oluÅŸturmaktadır. Bir darbenin engellenmiÅŸ olması siyasi hayatımızda elbette “yeni bir milat” olarak görülmeli.

O gece, hem üç yıldır yaÅŸanan türbülans zirve noktasına ulaÅŸtı, hem de bürokratik vesayeti tümüyle tasfiye edecek yeni bir konsolidasyon dönemine adım atıldı. Belki de AK Parti’nin bir süredir iddia ettiÄŸi “Yeni Türkiye” 16 Temmuz sabahında gün aÄŸarken ortaya çıktı.

Yepyeni bir olgu ile karşılaşıldı. Halk seçilmiş iktidara tankların altına yatarak sahip çıktı. Bu tavrın arkasında derin bir siyasi bilinç yatıyordu: Darbenin başarılı olması halinde gelen şey iç savaştı; yani Mısır ve Suriye gibi olmaktı.

Bu sağduyu yeni bir vatan anlayışının ve yeni bir millilik tanımlamasının temellerini attı. Demokrasi nöbetlerindeki coşku bunun yansımasıydı.

17-25 Aralık’tan bu yana devletin kritik kurumlarındaki gizli örgütlenmesini AK Parti iktidarına karşı kullanan FETÖ’nün son marifeti kanlı bir darbe teÅŸebbüsü oldu.

“Ilımlı Ä°slam” görüntüsündeki bu yapının gerçek yüzünün “hizmet” olmadığı, aksine Türkiye karşıtı, darbeci bir terör örgütü olduÄŸu ortaya çıktı.

Darbeye karşı birleÅŸen siyaset kurumu, medya ve sivil toplum unsurları baÅŸarılı bir sınav verdi. Yenikapı mitingi ile billurlaÅŸan uzlaÅŸma FETÖ’nün devlet kurumlarından tümüyle tasfiyesini bir ödev olarak siyasetin önüne koydu.

Bu, Türkiye merkezli olmanın bir gereÄŸi aynı zamanda. İçeride hem siyaset kurumu hem halk darbe karşıtlığında birleÅŸirken, dışarıda Batı baÅŸkentlerinin demokrasiye sahip çıkmadaki tereddütleri ve ErdoÄŸan’a yarayacak yorumları, Yeni Türkiye’yi anlayamadıklarını gösterdi.

15 Temmuz, siyasetin kodlarını bambaÅŸka bir kulvara taşıdı. Siyasetin ana mihveri artık, “milli ve yerli öncelikleri gerçekleÅŸtirme” iradesidir. Aktörler, bölgenin tehditlerini “bu ülkeden baÅŸka vatan” olmadığı hissiyatına dayalı olarak karşılamak durumundalar. Bunun için de, FETÖ tasfiyesi ile birlikte devlet kurumlarının demokratik bir reformla yeniden yapılandırılması elzem.

Başkanlık sistemine geçiş arayışının da, içteki sistem krizine son verecek bir hamle olması ümit edilmekte.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.